HUZUR VE MUTLULUK
1 sayfadaki 1 sayfası
HUZUR VE MUTLULUK
Aşkın ve sevginin ayrı anlamlar ifade ettiği gibi, huzur ve mutluluk da
ayrı şeylerdir.
Huzur; sükûnet, ağız tadı gibi yaşamın aranan birer gerçeği olan
kavramlarla ifade edilebilirken, mutluluk ondan çok daha farklıdır.. Huzur da mutluluk da hiçbir zaman bir diğeri için garanti vermez insana.
Küçük şeylerle mutlu olabildiğini söyleyen insanların yasadığı,
mutluluktan ziyade bir iç huzurudur. Gerçek mutluluk; genelde acının kol gezdiği, çilenin, ıstırabın, kederin ve hasretin en uç noktalarda yaşandığı
ilişkilerin bir getirisidir. Kolay elde edilemez o... Bedeli ağırdır.
Ve her beden, her yürek bu yükü kaldıramaz.
Önce, azla yetinmemeyi sonra gizemli ve tehlike dolu bilinmezlere doğru
yelken açacak cesareti üzerinde barındırmayı gerektirir.
Bir çok şeyde olduğu gibi, istemekle başlayan bu süreç, insanin, insan
olduğunun farkına varmasıyla gelişme kaydeder. Anlayabilme ya da
kavrayabilme kapasitesince anlamlar yüklenir, eşyalara, mekanlara ve
olaylara...
Mevla’nın kuluna lütfu denilebilecek bir yazgıyla, kişi karsısına
çıkarılan ruh eşi ile tanışır. Yüreği kıpır kıpırdır artik o insanin.
Anlayabilme ya da kavrayabilme kapasitesince anlamlar yüklenir,
eşyalara, mekanlara ve olaylara... Ve her şeye bir kutsaliyet kazandırılır.
Birlikte dinlenilen bir şarkı, beraber yenen ilk yemek, sonraki günlerin
detaylarını belirlediği gibi, ölümsüz aşkların, ömür boyu unutulmayan
film karelerini de oluşturur. Nedensiz ve niçinsiz bir dünyadır bu hayat
tarzı.
Seven, sadece sever... Seksiz, şüphesiz, her şeye rağmen sever...
Bir müddet sonra birinin çektiği acıyı diğeri de hissetmeye baslar. O
kederliyse diğeri de kederlenir. Kederle birlikte neşede paylaşılır. Ve
kimin teselliye ihtiyacı varsa, onu diğerinde arar...
Aradığını bulamadığı zamanlarda çoktur. "Beni neden anlamıyor?"; sorusu sık
sık gündeme gelir... Sonrasında seven, görevinin, kendisini değil, sevdiğini mutlu etmek olduğunun farkına varır.
Öyle içten davranışlar sergilemeye başlar ki seven insan, beklemedik
anda,beklemedik yerde olmalar, umulmayan zamanlarda aramalar... İlgilisinin
dahi hatırlayamadığı özel günleri hatırlama ve özel bir şeyler yapma çabası
alır başını gider.
Lakin sevdiğinden ya azar işitir böyle zamanlarda, ya da aman sende, tarzında ilgisizlik görür. Bu kez kendine kahretmeye baslar.
Damarlarının ve kaslarının sinirden kaskatı kesildiği günler yasar. Sara
nöbetlerinden daha beter nöbetler bekler asığın yüreğini. Bağırmak istese sesi çıkmaz, ağlamak istediğinde ağlayamaz...
"Ben neyi yanlış yapıyorum?"sorusu, bazı şeylerin mesafe alabilmesi
için zamana ihtiyacı olduğunu öğrenmesine vesile olur. Olduğu gibi
kabullenmekten ve sabretmekten başka çaresi olmadığını görür.
Bir müddet sonra , çok alakadar olduğu, her şeyini düşündüğü kişinin
kendisinden uzaklaşma arzusuyla karsılaşır. Ve anlar ki, sevdiğini
mutlu etmeye tek başına bir sevgi de yetmemektedir.
Bu kez sevginin önüne "saygı”yı da koyması gerektiğini kavrar. O'na,
fikirlerine, yasam tarzına, kılık-kıyafetine ve her şeyine saygı...
Sevgi de olduğu gibi, hesapsız kitapsız bir saygı olmalıdır bu...
Bazen de kıskançlık duyguları kabarır seven insanda. Sevdiğini bütün
insanlardan kıskanır. Ve bu kıskançlığı elinde olmayacak şekilde dışa
vurmaya baslar. Sevilen öyle olmadığını anlatmak ister ama, nasıl ifade
edeceğini bilemez ve seveni kendi kafasında kurduklarıyla baş başa
bırakır...
Bu aşamada devreye giren düşünme dönemiyle birlikte seven, sevgi ve
saygısının yanına bir de "güven" duygusunu yerleştirmesi gerektiğinin
farkına varır. Güven... En azından kendisine güvenilmesi gerektiği kadar güven...
Sevginin emek verenin olduğu ortaya çıkar bir müddet sonra...
Sahiplenme duygusu yerini hak teslimine bırakır. Kimsenin diğerine muhtaç ya da mahkum olmadığı bir anlayış hakim olur ilişkiye.
Anlaşmak için konuşmaya bile gerek kalmaz. Telefondaki ses bile verir insani ele. Ne dert gizlenebilir. Ne neşe saklanabilir. Her şey ama her şey paylaşılır. Gözler karşı karşıya geldiğinde ise sevgi pompalar yüreklere...
Koşulsuz sevgi, sınırsız sabır, sonsuz saygı ve sonuna dek güven
mefhumlarının olgunlaştırdığı ilişki de, karşılıklı iki insanin tüm inanç
ve değerleri birbirlerini beslemeye baslar.
Tek beden ve tek ruhta bütünleşmeye doğru yol alırlar. Bir elmanın iki yarısı gibidirler. Ne birisi bir adım önde, ne diğeri bir adım geridedir.
Hep eşit, hep yan yana, can cana...
Mutluluk; karşılık beklemeden yapılan iyilik gibidir. Sevilenin, sahip
olunsun olunmasın, her şart altında mutluluğunu isteme ve o yönde çaba
sarf etmektir.
Mutluluk; Ateştir.. Kahırdır... Azaptır...Istıraptır.. Çiledir... Belki
de ömür boyu sürecek bir hasrettir.. Kısacası mutluluk zordur. Ve ancak
zora talip olanlar mutlu olmak hakkına sahiptirler...
ayrı şeylerdir.
Huzur; sükûnet, ağız tadı gibi yaşamın aranan birer gerçeği olan
kavramlarla ifade edilebilirken, mutluluk ondan çok daha farklıdır.. Huzur da mutluluk da hiçbir zaman bir diğeri için garanti vermez insana.
Küçük şeylerle mutlu olabildiğini söyleyen insanların yasadığı,
mutluluktan ziyade bir iç huzurudur. Gerçek mutluluk; genelde acının kol gezdiği, çilenin, ıstırabın, kederin ve hasretin en uç noktalarda yaşandığı
ilişkilerin bir getirisidir. Kolay elde edilemez o... Bedeli ağırdır.
Ve her beden, her yürek bu yükü kaldıramaz.
Önce, azla yetinmemeyi sonra gizemli ve tehlike dolu bilinmezlere doğru
yelken açacak cesareti üzerinde barındırmayı gerektirir.
Bir çok şeyde olduğu gibi, istemekle başlayan bu süreç, insanin, insan
olduğunun farkına varmasıyla gelişme kaydeder. Anlayabilme ya da
kavrayabilme kapasitesince anlamlar yüklenir, eşyalara, mekanlara ve
olaylara...
Mevla’nın kuluna lütfu denilebilecek bir yazgıyla, kişi karsısına
çıkarılan ruh eşi ile tanışır. Yüreği kıpır kıpırdır artik o insanin.
Anlayabilme ya da kavrayabilme kapasitesince anlamlar yüklenir,
eşyalara, mekanlara ve olaylara... Ve her şeye bir kutsaliyet kazandırılır.
Birlikte dinlenilen bir şarkı, beraber yenen ilk yemek, sonraki günlerin
detaylarını belirlediği gibi, ölümsüz aşkların, ömür boyu unutulmayan
film karelerini de oluşturur. Nedensiz ve niçinsiz bir dünyadır bu hayat
tarzı.
Seven, sadece sever... Seksiz, şüphesiz, her şeye rağmen sever...
Bir müddet sonra birinin çektiği acıyı diğeri de hissetmeye baslar. O
kederliyse diğeri de kederlenir. Kederle birlikte neşede paylaşılır. Ve
kimin teselliye ihtiyacı varsa, onu diğerinde arar...
Aradığını bulamadığı zamanlarda çoktur. "Beni neden anlamıyor?"; sorusu sık
sık gündeme gelir... Sonrasında seven, görevinin, kendisini değil, sevdiğini mutlu etmek olduğunun farkına varır.
Öyle içten davranışlar sergilemeye başlar ki seven insan, beklemedik
anda,beklemedik yerde olmalar, umulmayan zamanlarda aramalar... İlgilisinin
dahi hatırlayamadığı özel günleri hatırlama ve özel bir şeyler yapma çabası
alır başını gider.
Lakin sevdiğinden ya azar işitir böyle zamanlarda, ya da aman sende, tarzında ilgisizlik görür. Bu kez kendine kahretmeye baslar.
Damarlarının ve kaslarının sinirden kaskatı kesildiği günler yasar. Sara
nöbetlerinden daha beter nöbetler bekler asığın yüreğini. Bağırmak istese sesi çıkmaz, ağlamak istediğinde ağlayamaz...
"Ben neyi yanlış yapıyorum?"sorusu, bazı şeylerin mesafe alabilmesi
için zamana ihtiyacı olduğunu öğrenmesine vesile olur. Olduğu gibi
kabullenmekten ve sabretmekten başka çaresi olmadığını görür.
Bir müddet sonra , çok alakadar olduğu, her şeyini düşündüğü kişinin
kendisinden uzaklaşma arzusuyla karsılaşır. Ve anlar ki, sevdiğini
mutlu etmeye tek başına bir sevgi de yetmemektedir.
Bu kez sevginin önüne "saygı”yı da koyması gerektiğini kavrar. O'na,
fikirlerine, yasam tarzına, kılık-kıyafetine ve her şeyine saygı...
Sevgi de olduğu gibi, hesapsız kitapsız bir saygı olmalıdır bu...
Bazen de kıskançlık duyguları kabarır seven insanda. Sevdiğini bütün
insanlardan kıskanır. Ve bu kıskançlığı elinde olmayacak şekilde dışa
vurmaya baslar. Sevilen öyle olmadığını anlatmak ister ama, nasıl ifade
edeceğini bilemez ve seveni kendi kafasında kurduklarıyla baş başa
bırakır...
Bu aşamada devreye giren düşünme dönemiyle birlikte seven, sevgi ve
saygısının yanına bir de "güven" duygusunu yerleştirmesi gerektiğinin
farkına varır. Güven... En azından kendisine güvenilmesi gerektiği kadar güven...
Sevginin emek verenin olduğu ortaya çıkar bir müddet sonra...
Sahiplenme duygusu yerini hak teslimine bırakır. Kimsenin diğerine muhtaç ya da mahkum olmadığı bir anlayış hakim olur ilişkiye.
Anlaşmak için konuşmaya bile gerek kalmaz. Telefondaki ses bile verir insani ele. Ne dert gizlenebilir. Ne neşe saklanabilir. Her şey ama her şey paylaşılır. Gözler karşı karşıya geldiğinde ise sevgi pompalar yüreklere...
Koşulsuz sevgi, sınırsız sabır, sonsuz saygı ve sonuna dek güven
mefhumlarının olgunlaştırdığı ilişki de, karşılıklı iki insanin tüm inanç
ve değerleri birbirlerini beslemeye baslar.
Tek beden ve tek ruhta bütünleşmeye doğru yol alırlar. Bir elmanın iki yarısı gibidirler. Ne birisi bir adım önde, ne diğeri bir adım geridedir.
Hep eşit, hep yan yana, can cana...
Mutluluk; karşılık beklemeden yapılan iyilik gibidir. Sevilenin, sahip
olunsun olunmasın, her şart altında mutluluğunu isteme ve o yönde çaba
sarf etmektir.
Mutluluk; Ateştir.. Kahırdır... Azaptır...Istıraptır.. Çiledir... Belki
de ömür boyu sürecek bir hasrettir.. Kısacası mutluluk zordur. Ve ancak
zora talip olanlar mutlu olmak hakkına sahiptirler...
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz